Kıbrıs’ta Türk olmak bir kimlik meselesi… Ama bu, yalnızca nüfus cüzdanında Türk yazmaktan ibaret değil; bir duruş, bir aidiyet ve yeri geldiğinde bir başkaldırıdır.
25-27 Nisan tarihleri arasında AYSİAD (Avrasya Yönetici Sanayici İşadamları Derneği) olarak gerçekleştirdiğimiz Kuzey Kıbrıs ziyaretinde bunu bir kez daha yürekten hissettik. Kıbrıs’ta insan yalnızca kendini değil, birlikte yürüdüğü büyük bir tarihi de hissediyor. Girne Kalesi’nden Akdeniz’i seyrederken, Gazi Mağusa’da dolaşırken, Kapalı Maraş’ta gezerken…
Orada Türkiye’den gelen her misafir yalnızca bir turist gibi değil, bir gönül elçisi gibi karşılanıyor. Çünkü o topraklarda kurulan her bağ, verilen mücadelenin bir hatırlatması gibidir.
Kıbrıs’ta Türk olmak, geçmişi unutmamak demek; hakkı, hukuku ve kardeşliği sahiplenmek demektir.
O topraklarda KKTC’nin ayyıldızlı bayrağının yanında şanlı bayrağımızın dalgalandığını görmek, hiçbir mutlulukla karşılaştırılamaz.
Kıbrıs’ta Türk olmak, bir gurur meselesidir.
Ama ne yazık ki, son zamanlarda o sıcak kardeşlik havasının üzerine bir gölge düşmüş durumda. Türk devletlerinden bazılarının Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıması, diplomatik bir kılıfa sokulsa da bu durum Kıbrıs Türk halkının yüreğinde derin bir kırgınlık yaratmış.
Ziyaret boyunca nereye gitsek bu konu açıldı. Mağusa Kalesi içinde sohbet etmekte olan bir grup mücahitle sohbetimizde açık açık soruyorlar;
“Bunlar ne yapmak istiyor?”
Kimi alçak sesle, kimi öfkesini gizleyemeden… Hepsinde ortak bir hüzün var. Çünkü yıllardır verilen mücadelenin artık unutulmaya başlandığını düşünenler de var.
Gençlik yıllarımızda esir Türkleri düşünür, onlar için hürriyet isterdik.
1990’ların başında Türk devletleri birer birer bağımsızlıklarını kazandığında, hepimizde büyük bir heyecan vardı. Gaspıralı İsmail’in o meşhur sözü “Dilde, fikirde, işte birlik” artık hayal değil, gerçek olacak sanmıştık. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne uzanan o büyük Türk coğrafyasının bir gün birlik olacağına inanmıştık.
Ama şimdi bazı kardeş ülkelerin bu fikre sırt çevirmesi, bizde büyük bir hayal kırıklığına yol açtı.
Kıbrıs Türkleri yalnızca akrabamız değil; aynı siperde omuz omuza durmuş can yoldaşlarımızdır. Kıbrıs meselesi, dış politikanın bir başlığı değil; Türk milletinin ortak davasıdır. Kıbrıs en önemli milli davalarımızdandır. Bunu böyle görmeyenler için bir uyarı: Kıbrıs’a olan vefa, yalnızca KKTC’nin değil, hepimizin ortak onurudur.
Başta bir umut ışığı olarak gördüğümüz Türk Devletleri Teşkilatı olmak üzere, artık bu sessizliğe bir son verilmesini bekliyoruz. Çünkü oradaki insanlar bu sessizliği “yok sayılma” gibi hissediyor. Ve bu duygu, giderek kırgınlığın da ötesinde başka duygulara evriliyor.
Dışişleri Bakanımız bu durumu “bizim aile içi meselemiz” diye tanımladı. Doğrudur.
Ama bu artık yalnızca aile içinde konuşulacak bir mesele olmaktan çıkmıştır. Aynı zamanda uluslararası alanda da net bir tavır, dik bir duruş gerektiriyor. Çünkü bazen sessizlik, kabullenme olarak algılanır. O kabulleniş de bir gün çok ağır sonuçlara yol açabilir.
“Su uyur, düşman uyumaz” derler… Türk’ün birliğini ve kardeşliğini bozmak için her türlü oyun sahneleniyor. Böyle zamanlarda bize düşen; gözümüzü açık tutmak, uyanık olmak, dikkatli ve dimdik durmaktır.
Tüm bu sorular aklımda dolaşırken, Lefkoşa’da bir taksi yolculuğunda tanıştığımız şoförün sözleri, yazının tüm duygusunu tek cümlede özetledi.
Atatürk’e olan sevgisini, Ecevit’e duyduğu saygıyı, Rauf Denktaş’a duyduğu özlemi anlattı uzun uzun.
Sonra dönüp dedi ki:
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türk’üm diyene!”
O an anladım ki; bu söz yalnızca onun değil, o adadaki binlerce yüreğin sesi, ortak duyguların yankısıdır.
Ve rahmetli Elçibey’in o hikmetli sözü Kıbrıs’ta bir kez daha can buldu:
“Sen Türk olduğunu unutsan da, düşmanın asla unutmaz!”
Dileğimiz ve devletimizden beklentimiz, Kıbrıs meselesinin bir an önce çözüme kavuşmasıdır.
Unutmayalım…
“Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”