Elhamdülillah Müslümanız çerçevesinden bir inançtan söz etmiyorum. Milletin dinî inancı kendine. Bana kalsa, dinî inanç konularını adam kayırmacılıkta kullanacak kadar ayağa düşürenleri, pornografi suçu işlemişlerle aynı cezaya çarptırırdım. Hatta belki daha fazlasına…

Benim sözünü ettiğim inanç; doğarken getirdiğimiz saf inanç. Önce kendine, sonra çevrene, toplumuna, ülkene olan inanç.

Küçük bir çocuktan ele alalım. O henüz inanç kavramını bilgi düzeyinde değil, içsel bir sezgi düzeyinde yaşamaktadır. İçsel olgusu, yapabilirim seviyesindedir ve insanın ömrü boyunca yakalayabileceği en olağan ve doğal güçtedir. Tıpkı geçen yazımda söz ettiğim gibi, yürüme çabası her düşüşünde baltalansa da o bunu asla dikkate almaz yeniden yeniden denemeye devam eder. Ve ayağa kalkıp yürüme başarısından sonra yapabileceklerine sınır koymaz artık. Balkon demirlerinin tepesine çıkaran, trabzanların üstünde dengede durdurmaya çalışan güdü o içsel inançtan gelmektedir.

İnanç öyle bir sihirdir ki siz onun adını bilmeseniz de içinizde yaşarsınız. Tanrı anlayışı, dinî ritüeller, soslar, hikayeler sonrada insanın sadece frontal korteksine eklenen bilgi kırıntılarıdır. Hatta o bilgi kırıntıları ileride neyi yapıp neyi yapamayacağınızı söylemesi bakımından içsel inancınıza gerçek baltayı vuran dogmalardır. 

İnanç verme adı altında, insanın öznel inancını sabote eden bir yere mi geldik? Sanırım, evet. İnsan korkusuz, kaygısız, özgür ruhla doğar. O ruhu parçalayan öğretiler sonradan eklenir. İlk “Cısss!”, ilk “Hayır!”, belki ilk çimdik onun özgür hareketine ilk darbelerdir. Elbette onun sağlığı içindir ama aynı zamanda otorite figürünün de bilincindeki ilk filizlenmelerdir. Cıss diyen hem büyük hem de etkilidir. Hatta anne babadan hangisinin daha zayıf karakter, hangisinin daha başat olduğuna o zamanlar karar verir. 

Otorite figürü çocuğun sağlıkla ve tehlikelerden uzak bir biçimde büyümesi için gereklidir. Hatta otorite kabul ettiği kişi ileriki yaşamında ona inancını ifade eder ve hareketleriyle (ki bu zaman zaman ona özgürlük alanı tanımak demektir) gösterirse, çocuğa (gence) birey olma yolculuğunda rehberlik seviyesine yükselir. Çünkü rehber olabilmek, otorite olarak kalmaktan çok daha değerli bir yoldaşlıktır. Birinde salt saygı, diğerinde hem saygı hem de sevgi vardır. 

Bireyin kendine inancı, yeryüzündeki tüm diğer inançlardan kat be kat daha kıymetlidir. Altında da değerlilik, saygınlık ve kabul yatar. Kendine inancı olan hiç kimse bu dünyada aç kalmaz. Hani eskiler, o ekmeğini taştan çıkarır derler ya, işte öylesi bir kişi çıkar ortaya. 

İyi de, yukarıda sözünü ettiğim toplumuna, ülkesine olan inançlar ne olacak? İnsanın ülkesine inancını kaybetmesi nasıl olur? İnsan nasıl olur da ilinden evinden hatta dilinden uzaklara gitmeyi göze alır? 

Özgür basından haberleri izleyin… İnancın nasıl yerle yeksan olduğunu anlarsınız…