Geceler yarim oldu
Aman aman garibem
Ağlamak kârım oldu
Aman aman garibem.
Her dertten yıkılmazdım
Aman aman garibem
Sebebim zalim oldu
Aman aman garibem.
Bayram gelmiş neyime
Kan damlar yüreğime.
Çocukluğumuzda dinlediğimiz türkülerdendi. O yaşımıza rağmen duygulanırdık. Garibe kimdir, zalim kimdir, üzerinde durmazdık. Şimdi garibeliği ve zalimliği yakıştırabildiklerimiz var.
Yine bu yıl ada sensiz
İçime hiç sinmiyor.
Şarkısını Emel Sayın'dan dinlerken, bir sevgilinin yokluğuna üzülürdük. Bayramda, evladından uzak yüzlerce anne babanın, ne bayramı, ne yiyip içtikleri sindi içlerine. Hatta sadece anne babaların değil, milletin çoğunluğunun içine sinmedi. 301 genç, gazeteciler, siyasiler, hatta Ekrem İmamoğlu, kapalı kapılar ardında kaldı.
O kapıları bilirim. Bir gün ben de ziyaret ettim. Önce üzerimi yokladılar, sonra bir kapının kilidi açıldı, sonra diğerinin ve sonra diğerinin. Zincir şakırtıları. Kapanan her kapıyı geçtikçe, bir ürperti aldı içimi. İyi kileri sıraladım art arda. En iyi iyi ki bir süre sonra oradan çıkacak olmamdı. Denizli'de cezaevine gittim. Bir lisenin hazırladığı Yunus Emre oyunu izleteceklermiş mahkûmlara. Salona girdiğimde hiç ummadığım birkaç kişiyle karşılaştım. Geçmiş olsun, Allah kurtarsın, dedim. Oyun bitti, ben de bittim. Öyle bir ağırlık, öyle bir sıkıntı çöktü üzerime, açılan her kapı aydınlığa götürdü beni. Nazım'ı Sabahattin Ali'yi ve nicelerini düşündüm. Dışarı çıkınca, güneşe öpücükler gönderdim.
O günden sonra bir türkü yüreğimi daha çok yaktı. Neşet Ertaş'ın sesinden sazından, Hapishanelerde güneş doğmuyor,
Geçiyor bu ömrümde günüm dolmuyor,
Eşim dostum hiç yanıma gelmiyor,
Yok mu hapishanede beni arayan,
Bu zindanda ölem Can gardiyan.
Anamdan doğalı garip kalmışım,
Acı hapishane daha genç yaşım.
Benim zindanlarda ne idi işim.
Oksijen gazetesinin son sayısında, Mehmet Y. Yılmaz'ın alıntısı dikkatimi çekti. Victor Hugo, 1793 isimli romanında, devrim öncesi Paris'i şöyle anlatır: Her şey korkunçtu ama kimse korkmuyordu.
Ortalığa korku havası vermeye çalışsalar da korkusuzlar daha çok sanki. Picachu'nun meydanlarda görünmesi, herkeste bir tebessüm yarattı. Duyduk ki CNN adlı kanalda, akil adamlar, saatlerce onu konuşmuşlar.
Nerede o eski bayramlar; demeden duramıyoruz. Bayram sabahlarımızı, Mustafa Kandıralı'nın oyun havaları süslerdi. Sevince boğulurduk.
Şekerin, çikolatanın, ev tatlılarının keyfini çıkarırdı damaklarımız. Çocuklar evden eve koşuştururdu, bayramlık ayakkabıları ve giysileriyle. Bayram harçlığı olarak verilen metal paralarıyla. Şimdi küçücük çocuklar, ekonomideki sıkıntının farkındalar ne yazık ki. Acaba yarın ne olacak kaygısıyla geçiyor günler. Kayyumlar, adliye sarayları(!) Silivri arasında gidip geliyoruz haberleri izlerken. Haber sunucular, bir güzel haber verebildiler mi seviniyorlar.
Bayramın ikinci günü Volkan Konak'ın ölüm haberi ile sarsıldık. "Her ölüm, erken ölümdür." biliyoruz. Bazı ölümler, çok çok erken ölüm oluyor.
Şen olasın Ürgüp dumanın etmez.
Kıratın acemi konağı tutmaz...
Sevdan ile düştüm yaban ellere,
Dalıp çıktım ateşlere küllere,
Giyin demir çarık gel ardım sıra,
Dağlara, çöllere.
Diyardan diyara bir yol,
Sar beni yarim yarim,
Bul beni yarim yarim,
Gör beni yarim yarim.
Sen kalem ol ben kağıt,
Yaz beni yarim yarim,
Çiz beni yarim yarim,
Çöz beni yarim yarim ...
Göklerde Kartal gibiydim,
Kanatlarımdan vuruldum.
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktinde kırıldım ...
Şarkıları anı olarak kalacak, sevgili Volkan Konak'ın.
Biz bu bayramı sevmedik hiç. Daha güzel bayramlar istiyoruz.
Hoşça kalın, dostça kalın.