Denizli Barosu Çocuk Hakları Komisyonu tarafından yapılan açıklamada, "Çocuklar geleceğimizdir" diyerek yüceltilen çocukların, geleceğe umutla bakamadığını, yaşadıkları coğrafya, kimlikleri ya da toplumsal statüleri fark etmeksizin şiddete, istismara, ihmal ve ölüme mahkum edildikleri vurgulandı. 

Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Bugün Gazze'de, Sudan'da, Ukrayna'da ve Doğu Türkistan’da çocuklar hedef alınıyor. Özellikle Gazze’de yaşananlar, artık sadece bir savaş değil, soykırım niteliği taşıyan sistematik bir katliamdır. Hastaneler, okullar, oyun alanları hedef alınmakta; çocuklar doğrudan öldürülmekte, sakat kalmakta ve her şeyden önemlisi yaşam hakları ellerinden alınmaktadır. Doğu Türkistan’da ise çocuklar yalnızca dillerini konuştukları, inançlarını yaşadıkları ya da kimliklerini korudukları için sistematik baskı, zorla asimilasyon, ailelerinden koparılma ve kültürel soykırım politikalarına maruz kalıyor. Üstelik burada yaşananlar artık yalnızca kültürel değil, fiziki şiddet ve katliam boyutundadır. Tüm bu tablo, savaşın ve zorbalığın en büyük bedelini çocukların ödediğini bir kez daha ortaya koyuyor.”

TÜRKİYE’DE ÇOCUKLAR NE KADAR GÜVENDE?

Çocukların yalnızca çatışma bölgelerinde değil, Türkiye’de de hak ihlallerine, istismara ve ölüme açık hale geldiklerini ve bu durumun münferit olaylarla açıklanamayacağının dile getirildiği açıklamada şöyle denildi:

“Mattia Ahmet Minguzzi, İstanbul’da akranları tarafından vahşice öldürüldü. Bu korkunç olay, sadece çocuklar arasında şiddetin ne kadar tırmandığını gözler önüne sermekle kalmadı; aynı zamanda, çocukların korunmasında sistemin ne kadar yetersiz kaldığını ve adaletin nasıl ihmal edildiğini de net bir şekilde ortaya koydu. Dahası, Mattia'nın duruşması yakın zamanda yapıldı ve ne yazık ki, duruşmanın sabahında mezarı tahrip edilerek, yaşanan travma bir kez daha derinleştirildi. Bu tür olaylar, cezasızlık ve adaletin eksikliği karşısında ne kadar çaresiz kaldığımızı bir kez daha gösteriyor.

Narin Güran, ailesi tarafından öldürüldü. Dava sonucunda bazı sanıklara müebbet hapis cezası verilmiş olsa da, olayın aydınlatılamamış olması en büyük sorundur. Katilin ya da katillerin kim olduğu hala gün yüzüne çıkarılamamıştır. Bu durum, yalnızca bir çocuğun hayatının sonlandırılmasından kaynaklanan travmayı derinleştirmekle kalmamış; aynı zamanda adalet sistemindeki zaafları ve cezasızlık kültürünü gözler önüne sermiştir.

Denizli Barosu Çocuk Hakları Komisyonu ve diğer tüm illerin komisyonları tarafından, bu dava boyunca tüm celseler yakından takip edilmiştir. Bir çocuğun ölümünün arkasında kalan karanlıkların bir an önce aydınlatılması gerektiğini, toplumun adaleti beklerken hakikatle yüzleşmekten kaçılmaması gerektiğini ise bir kez daha vurgulanmaktayız.

GELECEĞİN BAŞKANLARI GELECEĞİN BAŞKANLARI

Yenidoğan Çetesi Davası ise, bebeklerin bir meta gibi alınıp satıldığı, yasal boşlukların çocukları nasıl suistimale açık hale getirdiğinin ibret verici bir örneğidir. Bu olay yalnızca bir adli vaka değil, bir insanlık ayıbıdır. Bizler devam eden bu davanın da takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Bahsettiğimiz bu cinayetler, yalnızca ülkemizdeki yaşananların bir kısmıdır; daha yüzlerce çocuk istismarı ve cinayeti, yalnızca örneklendirme amacıyla andığımız olaylar olarak kalmaktadır. Bu olaylar, isimlerden ve şehirlerden bağımsız olarak tek bir gerçeği haykırıyor: Hiçbir çocuk güvende değil! Çocuklara yönelik hak ihlallerinde yaşanan cezasızlık, sadece mağdurların adalet duygusunu değil; toplumun tümünün güvenini ve vicdanını derinden sarsmaktadır. Bugün hâlâ birçok çocuk istismarı ve şiddet vakasında, ya fail ceza almamakta ya da cezalar caydırıcılıktan uzak kalmaktadır. Cezasızlık politikaları, suçu görünmez kılmakta; şiddeti sıradanlaştırmaktadır. Yürürlükteki yasalar, çocukları koruma konusunda çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Kimi düzenlemeler koruyucu değil, kimi zaman ise var olan düzenlemeler etkin uygulanamamakta ya da denetimden yoksun bırakılmaktadır. Çocukların korunmasına yönelik mekanizmalar parçalıdır ve kurumlar arası koordinasyon ciddi biçimde aksamakta; müdahale süreçleri yetersiz kalmaktadır. Bu da özellikle risk altındaki çocukların zamanında tespit edilememesine ve daha büyük zararlar görmesine neden olmaktadır.

Adli süreçlerde ise çoğu zaman çocuğun üstün yararı ilkesi kağıt üzerinde kalmakta, yargılama süreçleri çocuğun ikinci kez travmatize olmasına yol açmaktadır. Koruma gereken yerde ihmal, destek gereken yerde bürokrasi vardır.

Unutulmamalıdır ki; adaletin geciktiği her an, yeni mağduriyetlerin önünü açmaktadır. Ve çocukları koruyamayan hiçbir sistem, geleceğini güvence altına alamaz. Bu noktada yalnızca bireylerin değil, devletin tüm kurumlarının, özellikle yürütme erkini elinde tutanların, çocukların korunması konusundaki yükümlülüklerini bir an önce yerine getirmesi gerekmektedir.

Çocuklara yönelik suçlarda sıfır tolerans anlayışı, yalnızca sözde değil; yasa yapımında, uygulamada ve yargılamada tavizsiz biçimde hayata geçirilmelidir.

BU 23 NİSAN’DA KUTLAMIYORUZ, SORUMLULUK ÇAĞRISI YAPIYORUZ!

Tüm bu karanlık tabloya rağmen, biz susmayacağız. Biz, Denizli Barosu Çocuk Hakları Komisyonu olarak; Savaşlarda katledilen, cinsel istismara uğrayan, ihmal edilen, eğitim hakkı elinden alınan, yoksulluk ve işçilik altında ezilen, sistematik ayrımcılığa maruz kalan, koruma altındayken bile zarar gören her bir çocuğun sesi olmaya devam edeceğiz. Çocuk hakları, yalnızca hukuki bir mesele değil; ahlaki, vicdani ve insani bir sorumluluktur. Bu sorumluluk sadece barolara, sivil toplum kuruluşlarına ya da devlet organlarına değil; her bireyin omuzlarındadır. Bu 23 Nisan’da yalnızca bayramı değil, çocukların gerçeklerini de konuşuyoruz. Çocuklar bazen susabilir, ancak biz susmayız!”HABER MERKEZİ