VEFANIN ADI; ANAM! (Anam’ın ardından)

Bu haftaki yazımı “vefa” üzerine yazmıştım. Gazeteye göndermeyi düşünürken araya anamın vefatı girdi.

Bana bir ömür sessizce vefayı öğreten anam…

Anamı yazmalıyım diye düşündüm,

Kalemim o yöne çevrildi.

Vefayı yazacaktım ya… Ben onu en çok anamda gördüm. Onu anlatmalıydım.

Çileyi de, sevinci de, susmayı da, katlanmayı da…

Hayatın yükünü sessizce taşımayı,

Acılarını içine gömüp belli etmemeyi,

Sevinçlerini sadece gözleriyle anlatmayı ondan öğrendim.

Ömrü boyunca ne bir yalan çıktı dudaklarından,

Ne de yanlış bir söz…

Hiç kimse hakkında kem bir laf duymadım ağzından.

Anamda gördüm ben vefayı.

Sessizdi. Ama hep hazırdı, hazırlıklıydı…

Okuma yazması yoktu ama

Dilinden tekbiri, elinden tesbihi bırakmazdı.

Kendince bildiği ve inandığı “tesbih hatmi”ni yapardı.

Elhamdülillah… Elhamdülillah…

Allahüekber… Allahüekber…

Bir kere bile “ben” demeden yaşadı ömrünü.

Helalleşmeyi çok önemserdi.

Çok kere helalleştik.

Her günüm belli bir düzen içindeydi:

Sabah evden çıkış, anama uğrayış, işyerine varış…

Öğleden sonra işyerinden çıkış, yine anama uğrayış,

Akşama doğru eve dönüş.

Ayrılış vakti her seferinde ardımdan seslenirdi:

— Yusuf!

— Buyur, Ana!

— Yine gel!

— Gelirim, Ana!

Bu sade düzenin en kıymetli durağıydı anam.

Günün başında da, sonunda da kalbim onun yanındaydı.

Bir gün uğramasam, içimde bir eksiklik ve huzursuzluk oluşurdu.

Şimdi o durağı eksilmiş bir hayata alışmaya çalışacağım.

Zorlanacağımı biliyorum.

Çünkü bu sadece bir alışkanlık değildi; bir ömrün anlamıydı benim için.

Ve sonunda…

Ne güzel bir vedaydı o.

Başına vardığımızda herkes suskundu.

Hiç bilincini kaybetmemişti.

“Hani, konuşmayacak mısınız?” dedi.

Bir tek o cümle kaldı kulağımda.

Ne güzel vedaydı o…

Sakin, sade, yormayan…

— Ağrın, acın var mı?

— Yok.

— Yastık biraz yüksek mi?

— İyiyim.

— Biraz su?

— O kadarmış!

Doksan üç yıllık bir ömür

Bir yudum su,

Ve son nefes…

Ve bir veda. O kadar basit, ama o kadar derin…

Hepsi bu. Bu kadar yalın bir veda.

Ama o kadar güçlü ki…

Uzun zaman önce yazmıştım:

Anneler Günü’ydü, ona okumuştum:

ANA derim, hiç bitmeyen aşk ile

ANA dedim, düşünce bir müşküle

ANA demek, ne hoş geliyor dile,

ANAM benim dünyadaki cennetim

ANAM varsa, dünya benim cennetim

Cennet dedim ya…

Peygamberimiz ne diyor:

“Cennet annelerin ayakları altındadır.”

Ve Necip Fazıl’ın dizeleri düşüyor aklıma:

“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,

Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü peygamber…”

Bazen bir yazıyı değil, bir duayı tamamlarsın.

Ben bu satırları yazarken içimden hep şu geçti:

“Anneler ölümsüzlüktür.”

Annesi hayatta olanlara ne mutlu…

Kaybedenlere sabır…

Anneler, içimizden hiç eksilmeyen, bitmeyen bir duadır.

Babam, 4 Nisan 2015 Cumartesi günü, öğle saatlerinde ayrılmıştı.

Anam da tam on yıl sonra,

5 Nisan 2025, yine Cumartesi günü, yine öğle saatlerinde…

İki sessiz veda…

Ama dualar eksik kalmadı ardından,

Eksilmeyecek de.

İlk defa böylesi bir ayrılışa tanık oldum.

Sessiz, sakin, huzurlu…

Hayatın en yoğun anlarında bile bir sonun bu kadar derin bir huzurla yaşanabileceğini görmek, bana ölümün sadece bir son değil, bir geçiş olduğunu düşündürdü.

O an, bütün telaşların ve kaygıların sustuğu bir zamandı.

Geldik, konduk ve göçüyoruz.

Fani dediğimiz bu hayata son veda…

Mekânın cennet olsun benim güzel anam.

Veda için gelen, arayan, soranlar sağ olsun…

Gerçekten de…

Eğer hayat boyunca güzellik, huzur ve sevgi varsa,

O ölüm de bu güzelliklerin bir parçası oluyor.

Bir insanın sonu, sadece nasıl yaşadığının bir yansıması değil,

Yaşadığı her anın, her seçim ve her duygunun bir sonucudur belki de.

Bu sessiz ve huzurlu veda, yalnızca bir bitiş değil;

Tüm o güzelliklerin ve huzurun bir sonucudur.

Bir şarkıda duymuştum.

Sözler Nazım Hikmet’in:

“Analardır, adam eden adamı

Aydınlıklardır önde gider

Sizi de bir ana doğurmadı mı?

Analara kıymayın efendiler.”

İYİ HAFTALAR.